SON SEÇİM Mİ, SEÇİMLER BİR SON MU?
Toplumların tarihinde seçimler değildir tayin edici olan. “Hitler de seçimle iktidara geldi” dediğimizde teknik anlamda belki bir doğruya işaret ediyoruz ama tarihi bayağı çarpıtmış oluyoruz. Hitler’in iktidar yürüyüşünde seçimler bir ayrıntıydı. Naziler iktidara büyük Alman tekellerinin kararlı desteği, İngiliz ve Fransız emperyalizminin açgözlülüğü, sosyal demokrasinin ihaneti ve komünistlerin yetersizliği nedeniyle geldi.
Tersinden de söyleyebiliriz. Seçim manevralarının ürünü, ucu ucuna sandıktan çıkan sonuçlarla elde edilen “başarı”ların hiçbiri kalıcı olmadı. Latin Amerika solunun seçim “zafer”leri kesin sonuç vermemekte, kıtanın gereksindiği köklü dönüşümlerin üzerini örten dengelere takılıp kalmakta, çoklukla büyük hayal kırıklıklarına yol açmakta.
Genel oy hakkı insanlığın bir büyük kazanımıdır ama o kazanımın kendisi de seçimle elde edilmedi. Sadece zenginlerin, sadece mülk sahiplerinin, sadece erkeklerin oy kullanabildiği bir “demokrasi”ye karşı isyan edilmeseydi kimse “halk iradesi” diye bir olgudan söz edemeyecekti.
1789’da Fransız Devrimi, 1917 Rus Devrimleri, 1919-1923 Anadolu’daki Milli Mücadele, Çin ve Küba Devrimleri… Tarih bu büyük dönüşümlerin hiçbirinde sayı saymadı, mükerrer oy derdine düşmedi, ıslak tutanaklarla uğraşmadı.
1848 yılının Şubatı’nda Fransa’da Cumhuriyetçi kitleler Kral Louis-Philippe’i tahtan indirdiklerinde devrimin asıl sokak gücü olan işçi sınıfı devrimin ilerlemesi için seçimlerin ertelenmesini isterken, muhafazakarlar “derhal seçim” talep ediyordu.
1923 yılında Anadolu’da bir referandum yapılsaydı Cumhuriyet ilan edilmezdi.
Peki insanlığın ileriye doğru önemli sıçramalarının hiçbiri sandığın ürünü olmadıysa neden “genel oy hakkı” bu kadar önemli?
“Genel oy hakkı” emekçi halkın siyaset yapma ve örgütlenme hakkının kısıtlanmaması için önemli. Ezilenlerin kendilerini ifade etmesi, kendi temsilcilerini seçmesi, aday olması, bunlar nasıl küçümsenebilir?
Sonra en gelişkin demokrasi olan sosyalizmde genel oy hakkı eşitlikçi ve özgürlükçü bir düzenin en önemli silahlarından ve de göstergelerinden biri olacak.
Ama “genel oy hakkı” işçi sınıfının mücadelesinde özgürlüklerin zirve noktası asla değildir. Emekçi kitleler geride bıraktığımız iki yüz yıl boyunca genel oy hakkını devasa gösterilerle, grevlerle, direnişlerle, barikatlar kurarak elde ettiler.
Ne hakla!
Ne hakla mücadele ettiler?
Grev hakkını, gösteri hakkını, direniş hakkını da onlara kimse vermedi. Haksızlığa, sömürüye, zulme, işgale karşı mücadele her zaman meşruydu ve bu meşruiyetle hareket eden kitleler mücadele ettikçe özgürleştiler.
Bu anlamda grev hakkı, gösteri hakkı genel oy hakkından daha önemsiz değildir. Hatta şu söylenebilir: Halkın başka haklarını kullanmadığı durumlarda genel oy hakkı halkın karşısında bir enstrümana dönüşür.
Çünkü insanın insanı sömürmesinin, din ve diğer kutsallıkların istismarıyla bu sömürünün gizlenmesinin, uluslararası tekellerin düzeni emperyalizmin savaşlar, işgaller ve türlü bağımlılık mekanizmalarıyla uluslararası alanı domine etmesinin sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın bir meşruiyeti yoktur. Eğer bir halk bu bilinçle hareket etmiyorsa, sandığı haklılık-haksızlığın ya da başarı-başarısızlığın belirlendiği temel kriter olarak bakıyorsa zaten sandıkta kaybetmeye mahkumdur.
Laikliğin, cumhuriyetin, bağımsızlığın, eşitliğin oy hesabı olur mu?
Türkiye’de 28 Mayıs’ta ülkeyi 21 yıldır karartan bir iktidar ile ona öykünerek, ona benzeyerek, onun artıklarıyla hareket eden bir muhalefet karşı karşıya geldi. “Türkiye’nin son seçimi” dedi kimileri.
Sonuç onlar için büyük hayal kırıklığı oldu.
Son seçimi filan geçelim.
“Erdoğan sandıktan nasıl çıktı” sorusunun yerine başka sorular koymamız gerekiyor.
Türkiye’de bu kadar derin bir sömürü varken, büyük şirketler bu kadar kâr ediyorken işçi sınıfı neden bu kadar hareketsiz, neden bu ülkede yaygın işçi grev ve direnişleri olmuyor sorusu daha önemlidir.
Emperyalizm bölgemizi hallaç pamuğu gibi atmışken, NATO sürekli genişleme peşindeyken, ABD emperyalizminin bu ülkenin yakın tarihindeki uğursuz rolü ortadayken bağımsızlıkçı bir çizgi yurtsever bir duruşu çağdışı bir ayrıntı olarak görenleri bastıracak bir güce neden kavuşmadı sorusu da sandık sonucundan daha önemlidir.
İşçileri örgütsüz, öğrencileri dağınık, aydını savruk bir toplumun laikliği, bağımsızlığı, eşitliği kazanması tarihin bir şakası olur ancak.
Peki ya özgürlük?
Öne özgürlüğü koymaktan vazgeçerek başlamalı işe…
Eşitliği geleceğe havale edip özgürlük ve adalet peşinde koşmak imkansızı denemektir.
Bundan 200-250 yıl kadar önce “özgürlük” ateşi sokakları aydınlattığında o ateşi harlayanlar eşitlik talep eden yoksul kitlelerdi, onlar eşitlik kavgasında özgürlük istiyordu.