3 Ağustos 2023’te kurulan Halkın Umudu Partisi isim değişikliğine giderek İnsan ve Özgürlük Partisi(PİA) adını aldı. İsim değişikliği; 2018’den beri kuruluş dilekçeleri kabul edilmeyen PİA’nın öyküsünü bir kez daha ortaya çıkardı.
Halkın Umudu Partisi (UMUD) 7 Ocak’ta 1.Olağan Kongresini Ankara Kızılay’da gerçekleştirdi. Kongreye çok sayıda siyasetçi , yazar ve aktivistin de yer aldığı kongrede PİA Eski Genel Başkanı ve DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Mehmet Kamaç ve HDP-PİA İttifak’ından Ergani Belediye Eş Başkanı seçilen Ahmet Kaya da hazır bulundu. Kongrede PİA Eş Genel Başkanlığına Davut Güler ve Ahmet Kaya seçildi
PİA’nın kurulamama hikayesi şöyle:
İnsan ve Özgürlük Partisi kurucuları, partinin kuruluş evraklarını İçişleri Bakanlığı’na elden vermek üzere 5 Mayıs 2018 tarihinde bakanlığa gitti. Bakanlık çalışanlarının evrakların posta yoluyla gönderilmesi gerektiğini belirtmesi üzerine partililer, 10 Mayıs 2018’de posta yoluyla belgeleri bakanlığa gönderdi. Aradan geçen yaklaşık iki yılda alındı belgesinin taraflarına verilmemesi üzerine partililer 3 Nisan 2020’de Van 5’inci Noteri aracılığıyla bakanlığa ihtarname çekti. 13 Nisan 2020’de ihtarnameye yanıt veren bakanlık Siyasi Partiler Kanunu’nun 8. Maddesine aykırı olarak evrakların posta yoluyla gönderildiğini, bu nedenle parti kuruluş evraklarına işlem yapılmadığını bildirdi. Bunun üzerine 1 Haziran 2020 tarihinde PİA yetkilileri, E-devlet üzerinden parti kuruluşuna dair Sivil Toplum ile İlişkiler Genel Müdürlüğü ekranından randevu talebi oluşturdu ancak bu talebe de yanıt verilmedi. Bu kez partililer, Van 5. Noteri aracılığıyla bakanlığa ihtarname çekerek, parti kuruluşu için gerekli bilgi ve belgeleri elden teslim etmek adına randevu talep etti. Fakat bakanlık randevu talebine olumlu yanıt vermedi. Süreç içinde pek çok kez Ankara’ya giden, ilgili görevlilerle görüşmek isteyen PİA kurucularının İçişleri Bakanlığı’na girişi engellendi. Partililere çoğu kez görevli kişilerin korona virüsü salgını nedeniyle bakanlıkta olmadığı söylendi.
Partilerini kuramadıkları için 2021’de İdare Mahkemesi’ne dava açan parti yetkilileri son çareyi başka bir isim adı altında parti kurmakta ve isim değişikliğinde buldu.
Partinin örgütlenme ve “kurulamama” sürecini anlatan Kamaç’a göre; muhafazakâr Kürtlerin, geçen yıl içinde kurulan Deva Partisi’ne ya da Gelecek Partisi’ne oy vermeleri isteniyor, zira iktidar, muhalefet meselesinde devletçi ve özgürlükçü siyaset seçeneklerinden ilkine razı ve “konu Kürtler olunca muhalefetle iktidar birleşiyor”.
Muhafazakar Kürtlere hitap ediyorlar
Kamaç, “Deva ve Gelecek gibi partilerin kurulmasına izin veren yaklaşım, AKP’den kopan muhafazakâr kesimin sığınacak bir limanı olmasın isteniyor. Kürtlerin içinden çıkmış dindar ve muhafazakâr kesimleri temsil kabiliyetine sahip İnsan ve Özgürlük Partisi’nin önüne böyle engel konuluyor” diyor.
Kamaç sözlerini şöyle sürdürüyor:
Bir örnekle açıklamak gerekirse İnsan ve Özgürlük Partisi, Türkiye’de mevcut partiler içerisinde birlikte yaşamın demokratik ilkeler üzerinden yeniden oluşturulması için Medine Vesikası’nı programına yerleştirmiş tek partidir. Bakanlığa gittiğimizde İçişleri Bakanlığı yetkili masasındakiler evrakların elden değil de postayla gönderilmesinin daha uygun olduğunu söyleyince başvuru dosyalarımızı postayla İçişleri Bakanlığı’na gönderdik.
Bu evraklarımızın, 14 Mayıs 2018’de İçişleri Bakanlığı Gelen Evrak Şube Müdürlüğü’ne ulaştığına dair elimizde belge de var. Devlet kurumlarının bir dilekçeye bir ay içerisinde yasa gereği cevap vermesi gerekiyor, ancak bizim dilekçelere hiç cevap verilmedi. Sonraki aşamalarda biz İçişleri Bakanlığı’na noter kararıyla işlemlerin sürdürülmesi için ihtarlar çektik. Burada bize cevap olarak Süleyman Soylu’nun “Siyasi parti gibi çoklu irade beyanının postayla gönderilmesi 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’na aykırıdır” beyanı verildi. Biz bunun üzerine noter kanalından ikinci defa randevu talebinde bulunduk. Ancak İçişleri Bakanlığı, bizim randevu talebimiz için noterden gönderdiğimiz ihtarımıza sadece önceki cevabı kopyala-yapıştır yaparak vermiş. İnsan ve Özgürlük Partisi’nin programındaki bir madde, Kürt meselesinin esasen bir statü meselesi olduğunu ve birlikte yaşam, federasyon, bağımsızlık ya da özerklik formunun sadece Kürtlerin kararına bırakılması gerektiğini belirtiyor. İçişleri Bakanlığı, bu maddeye yönelik aslında yargı makamlarının yetkisini kullanıp bunun Anayasa’ya aykırılığını ifade ediyor. İçişleri Bakanlığı’nın bu tavrı siyasidir. Bunun temelinde; Kürtlerin kendilerini siyasi parti, sivil toplum kuruluşu gibi anayasal formlar üzerinden organize etmesini ve örgütlenmesini istemeyen bir mantıkla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz.
İnsan ve Özgürlük Partisi’nin programında neler var?
Ankara’da yapılan kongrede programla ilgili de konuşan parti yetkilileri, şu vurguları yaptı:
Ülkemizdeki kültürel çeşitliliği ve zenginliği önemsiyor ve bunun bileşenleri olan Türkler, Kürtler, Araplar, Boşnaklar, Arnavutlar, Çerkezler, Aleviler, Romanlar, Ermeniler gibi farklı ırk, dil, kültür ve inanca sahip tüm kesimleri ayrımcılık gözetmeyen ortak bir vatandaşlık tanımında buluşturmanın Anayasal bir gereklilik olduğunu düşünmekteyiz. Bu bağlamda tüm toplumsal kesimlerce tartışılacak ve hazırlanacak uzlaşmaya dayanan yeni bir Anayasa, geleceğin Türkiye’si için önemli ve temel adımlardan birisidir. Öyle ki anadilde eğitim hakkı kadar yerel dillerin kamu yazışmalarında, mahkeme ve kurumlarda kullanılan bir dil haline getirilmesi gibi medeni toplumlarca sorun olmaktan çıkarılmış meseleler ülkemizde de artık bir sorun olmaktan çıkarılmalıdır. Özelde Kürt Sorusunu ve Alevi Sorununa yönelik görüşümüzü de ifade etmek isteriz:
Ortadoğu’nun bir sorun olan Kürt Sorunu;
1- Türkiye ölçeğinde, tüm demokratik hakların tanındığı eşit anayasal vatandaşlık en gerçekçi çözümdür
Bu doğrultuda Türkiye’de Kürtler için:
a) Kürt kimliğinin tanınması;
b) Kürtçenin, Türkçenin yanı sıra ikinci resmi dil olarak tanınması;
c) Kürtçe ve diğer dillerde (ana dillerde) eğitim ve öğretimin serbest olması;
d) Yerel ve yöresel isimlerin asıllarına iade edilmesi;
e) Tüm vatandaşlık haklarının eşitliğinin sağlanması; temel koşullardır.
Alevi Sorununa gelince;
Alevi sorunu, Osmanlıdan Cumhuriyete ülkenin kanayan bir yarasıdır.
Osmanlı ülkesinde Aleviler, İran’da ise Sünniler sakıncalı ve ikinci sınıf vatandaş statüsüne düşürülmüşlerdir.
Demokratik bir Türkiye’de, çözüm bağlamından:
1- Kim kendini hangi inanç ve düşünceye mensup kabul ediyorsa, kendini tanımladığı şekli ile öylece kabul edilmelidir.
2- Alevilerin kendilerine özgü mezhebî anlayışları ibadet, eğitim ve kültür olarak kabul görmelidir.
3- Dolayısıyla Cem evleri ibadethane olarak kabul edilmeli;
a) Devletin bünyesindeki Diyanet İşleri Teşkilatı özerkleştirilmeli, her din ve mezhebe ayrım gözetilmeksizin talep edilen kamu hizmeti verilmelidir.
b) Alevi vatandaşların çocukları da, Sünni öğrencilerin dini eğitim aldıkları gibi kendi inançlarını öğrenebilmelidir.
c) Devlet bürokrasisi ve diğer hizmetlerde ayırımcılığa ve salt Sünni esaslı kadrolaşmaya son verilmeli; Alevilere de yetenekleri ve yeterlilikleri doğrultusunda eşit fırsat tanınmalıdır.
4- Devlet, Kemalizm’e dair ideolojik ve törensel değerlerden arındırılmalı; Kemalizm ayrıştırıcı bir siyasal işlev olmaktan çıkarılarak, buna dair faaliyetler sivil topluma bırakılmalıdır.
Kamu istihdamında ehliyet ve liyakat odaklı bakışla birlikte, kamu kaynaklarının başta eğitim ve sağlık olmak üzere halkın temel yaşam standartlarını yükseltmek için kullanılması, sosyal devlet uygulamaları açısından kaçınılmaz zorunluluklardır. Bu bağlamda vergilendirme adaleti, ihaleler, kamu finansmanı, yer altı ve üstü maden ve kaynaklarının tahsisi, her türlü hibe, destek, sosyal yardım, kredi vb. tahsislerin etkin denetimi, savunma, sağlık, tarım ve sanayi sektörlerindeki şirketlerin devlet ile olan ilişkilerinden kaynaklanan her türlü lobi merkezli rant ilişkilerinin önlendiği bir kamu yönetim anlayışının gerçekleştirilmesi, nesnel ve adil bir kamusallığın zorunlu koşuludur.
Yaşadığımız ülkenin ancak eğitimli bir gençlik ve güçlü bir kadın kitlesi ile inşa edilebileceğinin bilinciyle bu alandaki çalışmaları sosyal ve kültürel boyutlarda geliştirecek, dezavantajlı toplumsal kesimleri gözeten, etkin bir ifade ve düşünce özgürlüğünü sağlayan, sivil toplum örgütlerini ayrım gözetmeksizin destekleyecek, katılımcı ve çoğulcu demokratik bir yaklaşım, siyaset anlayışımızın esasını oluşturmaktadır.
Ülkenin gelişmişliği açısından, katılımcı ve çoğulcu bir demokratik kültür ve siyaset ancak yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve geliştirilmesiyle mümkündür. Bununla birlikte yerel yönetimleri, siyasi partilerin arka bahçesi, finansörü, örtülü kasası, partizanlık merkezli kayırmacılığın ve ayrımcılığın istihdam zemini, arsa rantlarının adreslendiği kurumlar olmaktan kurtarmak temel hedefimizdir. Katılımcı ve yerinden yönetimin etkin kılındığı demokratik yerel yönetişim kültürü bu durumun en güçlü panzehri olacaktır.